14 Şubat 2021 Pazar

Ercan Akarsu Akşam Gazetesi'ne Konuştu

 Ercan Akarsu: “Yalnızlık, insanın kendisini gerçekleştirmesi ve özgürleştirmesidir.”


Çok sayıda kitap yazdı, hikâye anlattı, yerli yabancı sanatçıyla röportajlar yaptı, yazdıkları uluslararası düzenlenen çeşitli festivallerde birincilikler aldı. Ayrıca büyük yankı yapan 3 bölümlük “Sultan Serisi”ni hazırladı. İlk psikolojik romanı olan “Berrin”den sonra “Bir Yalnızlık Meselesi” eserini yazdı. Yazarın Lukka Kitap etiketiyle yayımlanan yeni romanının teması; sevmenin günah olduğu bir dünyada, yalnızlığına sığınan bir adamın, tek bir ruhla baş edemeyen insanları sorgulamasını konu alıyor. Toplum baskılarının hüküm sürdüğü bir ortamda, kalbi kabul edilemeyen bir aşka tutulan Tuna’nın ortak hisleri paylaştığı milyonlarca kader arkadaşına iç döküşüyle başlıyor hikâye…

·          “Bir Yalnızlık Meselesi” ismini verdiğiniz yeni romanınızı kurguladınız mı yoksa yaşanmış olaylardan esinlenerek mi kaleme aldınız?

Aslında her şey Alfred De Musset’ın bir cümlesiyle başladı: “Dünyadaki tek gerçek, mantığa sığmayan aşktır.” Kendi dilimdeki tercümesi de “Sevmenin günah olduğu bir dünya bu!” Çoğu zaman kalp, aklımızın esiri olur ve bizi neye çevireceğini bilmeksizin aşkı öylesine ararız. Sonra kalbine söz geçiremeyen LGBT bireylerini düşündüm. Elime geçen her veriyi okudum. Araştırdım. Bağlantılı birçok yapıtı inceledim. Bir ilk paragraf yazmak için haftalarca doğru zamanı bekledim. İnanın bana tam bir kalp ağrısıydı. Bu temanın çatısını oluşturacak çalışmalarım sadece 1,5 yıl sürdü. Ortalama 3 yılda kitabımı tamamlayabildim. Evet yaşanmış bir hikâye vardı. Esinlendiğim insanlar oldu. Yaşanmışlığın kapısını aralayarak içeri girdim. Hayli yol aldım. Sona yaklaşırken ben kendi yolumu değiştirdim ve finali olasılıklar çerçevesinde kurguladım. Çünkü öyle bitmesi gerekiyordu. Neye göre, kime göre dediklerini duyuyor gibiyim ama birçok ödül almış filmler de finalleri sayesinde hafızalara kazınmıyor mu?

·         Sizce çocukların cinsel tacize uğramalarının erişkin yaşta ne gibi etkileri olur?

Basit gibi duran çok zor bir soru. Sussam, daha çok yanıt vermiş olacağım. Ama susulacak bir konu değil. Ancak şöyle toparlayabilirim. Bana göre, bütün inançlar ve beraberinde getirdiği çözülemez sıkıntılar birer coğrafya ve nerede ve hangi toplumun içerisinde yaşadığımızla ilgili. Beyni bacak arasında olduğuna inandırılarak büyütülen her erkek çocuğu, kendini keşfedinceye kadar kişilik çatışmasıyla baş başa kalıyor ve içinde yuvarlandığı bu müşkül durumdan kimseye bahsedemiyor. Çünkü toplumumuzda “psikoloji” hâlâ yeterince olması gerektiği noktada değil. Herhangi birine “Senin psikolojin bozulmuş,” demek bu topraklarda küfürle eş değer anlamda. Kendine sınırlar çizen ve araştırıp öğrenmeyen bir ailede yetişen çocuklar da anne babalarını taklit eder ve tüm sorunlarını kendi kendilerine halletmeye çalışırlar. Bilirler ki hislerini paylaşsalar anlaşılmayacaklar ve alay edilecekler. Dolayısıyla “susmak” ellerindeki tek yöntem. Anne, babaların çocuklarını karşılarına alıp düzenli olarak sohbet etmeleri gerekiyor. Aslında bir anlamda terapi… Eğitim düzeyi de her şeye dahil. Bunlarla beraber tacize uğrayan çocukların da akıllarınca seçtikleri yol, susmak ve içine atmaktır. Cinselliği anlamaya çalıştıkları yaşlarda, binlerce soru işaretiyle gözlerini yumarak geceye dalıyorlar.

·         Cinsel konuların, toplumda konuşulmasının hâlâ bir tabu olmasına inanıyor musunuz?

 

Şöyle ki, konu ne olursa olsun belli sınırlar içerisinde konuşulmalı ve beyin fırtınası yapılmalıdır. Fakat kimsenin mahremine yanlış yerden değerek değil, tıpkı bir matematik problemi gibi diyebiliriz. Herkesin yalnızca sonuca ulaşmak gibi tek bir hedefi olmalı. Bunu başardığımız gün “cinsellik” gayet sıradan bir sohbet konusu olacaktır. Zaten dünya bunun üzerine kurulu değil mi? Neden bu kadar çok utanılıyor veya geçiştiriliyor anlamak zor. Dünyaya geliş sebebimizi, hamurumuzun mayasını oluşturan her şeyi rahatça tartışılmalıdır.

 

·         Bu roman yazılırken oto sansür uygulandı mı?

 

İçerikte hayır, kapakta evet. +18 logosuna yer verdik. Bu da yasalar gereği olduğu için: Ya bir kategoriye dahil olacak “erotik roman” gibi ya da bir yaş sınıflandırmasıyla çizgisini belli edecek.

 

·         Bu konuyu yükselen bir trend olduğu için mi seçtiniz?

 

Asla! Bizim Edebiyatımızda bu konu çok az işlenmiştir Tuhaf gelebilir ama bunu bir insanlık vazifesi olarak gördüm ve hayata geçirmeseydim sanırım hep bir pişmanlığı yaşayacaktım. Ülkemizde Eşcinsellere çok katı bir yaklaşım var. Sanki yaşadıklarını, hislerini kendileri seçmiş gibi! Siz gidip de “Biraz da erkek olayım, kadın olmaktan fenalık geldi.” diyebiliyor musunuz?

 

·         Ana karakteriniz olan Tuna’nın dinle arasında sürekli bir gel git halleri var. Bir mesaj mı vermek istediniz?

 

Mesajları ben değil Tuna veriyor. Tuna’nın savunuşu o yöndeydi. Herkesin fikrine saygı duymak gerekliydi. Duyulmasını istediğim için de sansürlemedim.

 

·         Romanda “cesur sahneler” diyebileceğimiz kısımlar var. Okurun hayal dünyasına bırakmayı neden düşünmediniz?

Çünkü okur, Tuna’nın hayal dünyasını bilmiyordu. Romanı okumayı bitirdikten sonra “Peki ya şimdi ne olacak?” sorusu üzerine Tuna ve gibileri üzerine hayal kurmak istedim. Önemli olan da buydu.

 

·         Türkiye’de cinsellik, edebiyata nasıl yansıyor?

 

Birbirinin taklidi flört meseleleriyle daha çok… Dallas tarzında kaleme alınmış hikayelerle… İki güzel kadının, tek bir yakışıklı erkekle aynı evin içinde yaşatılıp birbirilerine rakip ettirmeleriyle… Arzularının, ihtiraslarının etrafında kinle ve kıskançlıkla döndürülen, öpüşmeyi zafer olarak algılatan karakterlerin öyküleriyle… Ya da işte son dönemde popüler kültürün kurbanı olan genç kalemlerin, sapkın erkek tiplemeleriyle süsledikleri hayallerini özendirme girişimleri. Cinsellik bu değil! Düşüncelerini kafesin içine tepmiş, “kim ne der?” endişesiyle yolunda ilerlemeye çalışan kalemlerden cinselliği işleyecekleri kitapları beklemek de tuhaf bir beklenti olacaktır. Düşünür, özgür olmalı; kaygılanmadan yazabilmeli. Birilerine bir hikâye anlatıyorsunuz ve dinledikten sonra yaptıkları tek şey olayı anlatanla bütünleştirmek oluyor. Sonra ben de tabii şu tezimi savunuyorum hemen: “Yengesine âşık olarak, amcasını sırtından vuran karakteri yazmak isteyen yazar da demek ki yengesine âşık oldu. Kimselere diyemediği için de kaleme almakla yetiniyor(!)” Toplumumuzda hayal gücüne inanmak yerine “kesin böyle olmuştur, yoksa nereden yazacak” fikri dillerin ucunda hazır bekliyor. Bu sebeple aklının ışığını söndürmeyi tercih edenlerden oto sansürlü hikayeler okuyoruz hepimiz.

Ayşe Kulin de önceki kitaplarında böyle bir konuyu işlemişti. Siz o romanı nasıl buldunuz?

Ayşe Hanım yüz binlerce okurun benimsediği bir kalem olmasına rağmen seçtiği konuyu

“işleyemediği” gerekçesiyle homofobik ilan edildi ve eseri kıyıma uğradı. En azından

böyle yankılandığını biliyoruz. Elbette güçlü bir kalem fakat ben de o kitabı yarım

bırakanlardan oldum. Çünkü aynı konuyu işleyen dünya yazarlarının eserleri yanında

biraz eğreti kaldı.


  Sizce yalnızlıkla cinsel tercih arasında bir bağlantı var mı?

 

Yalnız kalmak bir seçimdir. Tıpkı bir öğün olan cinsellik gibi. Ya istersin ya da istemezsin. Bütün mesele cinselliği nasıl yorumladığındır.

 

·         Tanıdığımız birçok meşhur sanatçılar kıramadıkları ya da aşamadıkları tabular nedeniyle cinsel tercihlerinin etkisiyle hep yalnızlığı seçtiler. Sizce yalnızlık, insanın kaderi mi olmalı?

Yalnızlık, bir insanın yaşam biçimidir. Hayatı yorumlama tarzıdır. Aslında kimse yalnız değildir. O yalnızlık dediğimiz duvarın arkasında nelerin yaşandığını kimse bilemez. Yalnızlık, yüreği sızlatan bir tanım. Fakat bu dünyaya sadece doğup, büyüyüp, yiyip-içerek ve üredikten sonra ölümü beklemek için gelmediyseniz, yalnızlık dünya insanına en büyük mükafat olmalı derim. Çünkü insan, hayal ettiklerinin çoğunu yalnızken gerçekleştiriyor. Amacımız yalnızken daha çok şey keşfetmekse, varsın kaderimiz olsun.

Ercan Akarsu Şamata Plus Dergisi'ne Anlattı

 

Sizi, birbirinden değerli 9 kitabın yazarı olarak bütün Türkiye tanıyor. Ancak, ne yalan söyleyeyim, böylesine önemli bir şair ve yazarın adını Google’ın arama motoruna yazdığımda, özgeçmişine rastlamamak beni  çok şaşırttı. Bir yandan da Ercan Akarsu’nun hikâyesini  yazacak olmanın heyecanı sardı.  Kimdir, Ercan Akarsu, ne zaman, nerede doğmuştur, kısacası özgeçmişinizi öğrenebilir miyiz?

Google arama motoruna adımı yazdığınızda birçok Ercan AKARSU çıkıyor. Ben de onlardan birisiyim. Sıradan Anadolu insanı halkın içinden birisi…  Aslında bana göre bütün yazarlar öyledir. Onları diğerlerinden ayıran özelliği kelimeleriyle insanlara ulaşmış olmaları. Bu bağlamda nerede doğduğum ve yaşam hikâyem kısaca özgeçmişim hakkında yazılardan kaçındım.  1989 Adapazarı doğumluyum. Edebiyat adına ne yapmışsam hayatın içinde o kadar varım diyelim.

-Şairlik ve yazarlığa başlamadan önce başka mesleğiniz oldu mu hiç?

 Öncelikle şairlik- yazarlık meslek midir, diye düşündüğümde içimden meslek olmaktan öte bir şey olduğu geçiyor.  Çünkü meslekler bir eğitim süreciyle elde edinilen yetilerdir. Şairlik ve yazarlık ise insan ruhunun aynasıdır. Herhangi bir eğitimle değil hayata dair gözlemlerin fikir değirmeninde öğütüldükten sonra imbikten geçirilerek kelimelerle vücut bulmasıdır.

Asıl mesleğim eğitimini aldığım Turizm İşletmeciliği. Ben bu işi de fırsata dönüştürerek yazılarımda kullanabileceğim doneler biriktirdim.

-Peki, düşünceleriniz, duygularınızın kitap sayfalarına dökülmesi fikri ilk ne zaman doğdu?

 Yazdıklarımı zaman zaman anneme okurdum. O da beni sevgiyle dinler kelimelerimi çok özel bulurdu.  Fikir ondan çıktı aslında. Bana hep inandı ve inanmaya devam ediyor.

-Kitaplarınızın arasında şiir de var roman da. Bir tür tercih etmek zorunda kalsanız, kaleminizi hangisi için kullanırsınız, niye?

Şiir içseldir, anlık ilhamla dökülür. Okurla aynı duyguyu paylaşmaktır. Bu nedenle şiir yazmaktan vazgeçmek zor ama kitap olur mu konusunda tereddütlerim var. Anadolu insanı doğuştan şairdir ve yaşanmışlıklarını hep kafiyelerle dile getirir. Her zaman kendi içine dönük olduğu için onlara şiirle ulaşmak zor bence. Bu yüzden şiir kitapları satış oranı en düşük kitaplar. Ya da artık kendini ispat etmiş usta şairlerin kitapları tercih ediliyor. Ben şiirde iddialı olmadığım için tercihimi romandan yana kullanırdım.

-İlk kitabınız yayınladığında, neler hissettiniz, nasıl tepkiler aldınız? Söz konusu his ve tepkiler, sonrasında  sizin açınızdan nasıl sonuçlar doğurdu?

İlk kitabım ait olduğum dünyadan başka bir âleme adım atmak gibiydi. Onunla sadece kapıyı aralamış oldum. İtiraf etmeliyim ki şiir yazamadığımı fark ettim. Çünkü şiir hissettiğiniz duyguları en az kelimeyle ifade etmektir ama benim söyleyeceklerim bitmiyor dizelere sığmıyordu. Bu yüzden düz yazıya geçtim ve küçük hikâyeler, denemeler karalamaya başladım.

O zamanlar aklımda olan birkaç konu üzerinde uzun kurgular hayal ediyordum. İçlerinden birisi yaşanmış bir hikâyeydi ve yazma konusu beni ürkütüyordu. Çünkü yapmak istediğim şey o hayatı yaşayan kadının gözünden anlatabilmekti.  Onun dilinden yazarsam hissettiklerini daha iyi yansıtacağımı ve en önemlisi okurun daha iyi empati kurmasını sağlayacağımı düşünüyordum. Bu yüzden uzun süren bir yolcuğa çıktım ve roman bittiğinde adını koyamadım. Hiçbir duygusal kitap ismini ona yakıştıramadım. En sonunda kahramanın adını verdim ve “Berrin” adlı romanım çıktı.

Daha sonra kenarda köşede kalmış uzun yıllar karaladığım hayata dair yazıları derleyerek “İkimizin Melodisi” adını verdiğim kitabım okuyucuyla buluştu. Herkesin güftesi olmayan bir melodisi vardır. 

-Türk sinemasının Sultanı Türkan Şoray’la nasıl tanıştınız? Türkan Şoray’lı kitapların fikri nasıl oluştu?  Sultanımızla ileride başka projeleri hayata geçirecek misiniz?

 Çocukluğum onun filmlerini izlemekle geçti. Bana göre Türk Sineması’nın en güzel çağıydı çünkü tüm filmler bizi anlatıyordu. Kahramanları çok tanıdıktı.  Avrupa özentisi kurgular türedikten sonra eski lezzeti kalmadı. O dönemin tüm sanatçılarını o kadar yakından tanıyordum ki bunların arasında Türkan Şoray’ın bende bambaşka yeri vardı. O kadar ki hayatının kesitlerini belki de ondan daha iyi biliyordum. Onunla ilgili bulduğum her şeyi arşivliyordum.

İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra Türkan Şoray’ın etkinliklerini takip etmeye başladım. Gittiği her yere gittim ve bunlardan birisinde tanışma fırsatı buldum. Daha sonra samimiyetimiz ilerledikçe hakkında bildiklerim ve arşivim onun da ilgisini çekti. Projelerimden bahsettikçe aramızda sımsıkı bir bağ kuruldu. Galiba bir şeyler yapma konusunda heyecanım onu da etkiledi ve Sinema’nın 100. Yılına özel üç kitaptan oluşan projem teker teker hayata geçti.

“Bir Nesil Türkan Şoray’la Mektuplaştı” serinin son kitabıydı. En özgün olanı da bu kitap bence… Çünkü çoğu insan 70’li yıllarda Sultan’ın okurlarıyla bir gazete köşesinden mektuplaştığını bilmez. Belki de şu an hayatta olmayan sevenleri var ve onların hayatta olan yakınları. İsimler belli ve Sultan’ın verdiği cevaplar çok samimi. Bu yüzden herkesin kendini arayacağı belki de bir sürprizle karşılaşacağı bir kitap oldu.

Kitaplaşma aşaması epeyce uğraştırdı çünkü gazete kupürlerinin net bir şekilde okunur hâle gelmesini istedim. Özel bir kâğıt kullanıldı ve yayınevim hiçbir giderden kaçınmadı.

-Ercan Akarsu, kendini nerede görüyor, hedefi nedir, nelerdir, bulunduğu nokta, hedefine ne kadar mesafede?

 Edebiyat uzun ve sonu sonsuza uzanan bir yol. Yapabileceklerim bu kadardı demek mümkün değil. Her gün yeni bir fikirle gözlerinizi açarsınız. Bunların bir kısmını hayata geçirir yazmaya başlarsınız. Bazen de yazdığınız sayfalarca yazıyı silip atarsınız. Hedefim daha iyisini yapmak ama daha iyisi hangisi karar vermek zor. Bu tercih okuyucuya aittir ve mesafeyi de onlar ayarlar.

-Marmaris’te uzun yıllar yaşadınız, o yıllardan bahsedebilir misiniz? Marmaris hakkında  aklınızda biriken duygular düşünceler nelerdir?

Öğrencilik döneminde ilk stajımı yapmak için gelmiştim. O kadar sevdim ki daha sonraki stajlarımı da Marmaris’te yapmayı istedim. Gerek çalıştığım kurumların beni talep etmesi gerekse benim tercih etmem nedeniyle uzun yıllar kaldım. O kadar güzel bir ilçe ki insana şiirler yazdırıyor. İlk kitabımdaki şiirleri de orada yazdım zaten. “İkimizin Melodisi” adlı kitabımdaki hayata dair denemelerim de İçmeler Sahili’ndeki kafelerde yazılmıştır.  Deniz ilham kaynağı oluyor insana. Bir de kendine özgü havasını seviyorum Marmaris’in. Yeşil olan yerde oksijen de çok oluyor ve özellikle akşamüzerleri hafiften esen rüzgâr bunaltmıyor insanı.   Sevginin tarifi ve tanımı olamaz. Marmaris’i seviyorum.

-Sizin gibi değerli bir yazarın dergimize röportaj vermesi bizi ne kadar mutlu etti, biliyor musunuz? Bu son sorumdu. Umarım okuyucularımıza hakkınızda keyifli bir söyleşi sunar, size de tercüman oluruz. “Keşke şunu da sorsaydınız. Şunları da anlatmak isterdim” diye aklınızdan geçirebileceğinizi düşünerek, son sözü size bırakıyorum. Teşekkürler.

Marmaris ikinci memleketim oldu âdeta. Kısacık sohbet birçok anıyı aynı anda gözümde canlandırdı. Kitaplarımı okumuş ya da okuyacak tüm Marmarislilere derginiz aracılığıyla sevgiler yolluyorum.  Beni fahri hemşeri olarak kabul etmeleri onur verir. Düzenlenecek bir etkinlikte yeniden orada olmayı ve yüz yüze sohbet etmeyi çok isterim.  Derginize de gösterdiğiniz nezaketten ve bana ayırdığınız sayfadan dolayı teşekkür ederim.

Ercan Akarsu Pulbiber Dergisi'ne Anlattı

 Öncelikle merhabalar Ercan Bey.

Son günlerde Ulusal Basının gündemine çok sık giren “Bir Nesil Türkan Soray’la Mektuplaştı” adlı kitabınız hakkında konuşma talebimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Anladığımız kadarıyla bu üçleme bir kitap. Bu fikrin gelişme noktasından başlayalım mı?


Edebiyatımızda zincir eserlere rastlamak pek mümkün olmuyor. Olsa da sayıları az. “Bir Nesil Türkan Şoray’la Mektuplaştı” benim dokuzuncu aynı zamanda “Sultan Serisi” diyebileceğim üçlemenin son kitabı. İlk kitapta Türkan Hanım’ın kapak olduğu dergi görsellerine ve kendisiyle yapmış olduğum röportaja yer vermiştim. İkinci kitapta ise eskiden sinema girişlerinde dağıtılan ve adına “lobi kartı” denilen; filmlerin can alıcı sahnelerini içeren dikdörtgen şeklindeki kartları derleyerek tek bir kitapta topladım. Beraberinde de Türkan Şoray’la başrol oynamış aktörlere  –ulaşabildiğim kadarıyla-  ulaşarak Şoray’ı sordum ve anılarını benimle paylaşmalarını istedim. Sağ olsunlar beni kırmayıp projeme destek oldular. Şu an elinizde bulunan son kitap benim için en önemlisiydi. Senede 12–14 film çeken bir sanatçının o yoğunlukta bile hiç aksatmadan sevenleriyle ilgilenmesi ve geciktiği takdirde onlara özürler dileyen satırlar yazması beni çok etkiledi. Sizce de bu olay kitaplaşmaz mıydı?

Haberlerde dikkatimizi çeken en önemli konu Türkan Şoray’a gelen mektup sayısıydı.  İstanbul Boğaz Köprüsü uzunluğunun tam 8 misline eşit olduğunu okuyunca şaşırdık. Tabi ki hepsine yer vermeniz imkânsız olduğundan içlerinden en ilginç olanları seçmeniz olası. Mektupların genelini düşündüğünüzde sevenleri en çok hangi konularda Türkan Şoray’la iletişime geçmiş?

Türkan Şoray o günlerde bir nevi  “Güzin Ablalık” yapmış sanki. Çünkü sevenlerinin gözünde hem ulaşılmayacak kadar uzakta hem de yanı başlarında, ailelerinin içinde; bir abla, anne, dost, arkadaş ve herkesin sevgilisi… Dolayısıyla kendisine gelen mektupların konuları farklı olsa da cümlelerden sevgi fışkırıyor. Binlerce insanın şefkatli bir yüreğe sığınma ihtiyacı varmış gibi hissediyorsunuz. Hep bizden, içimizden biri olması kendisini yaşarken efsaneleştirdi. Hâliyle insanlar da bu kadar yakın bulduğu bir sanatçıya karşılıksız sevgi ve güven besledi, her istediğini satırlara dökebileceği mektuplar yazdı. Türkan Şoray kimi mektuplar için gözyaşı dökerken kimileri için mutluluktan uçuyordu. Gerçi duyguların her türlüsü için seviniyordu çünkü bu kendisine göre sevenleriyle kurduğu en iyi köprü, en çözülmesi zor güçlü bir bağdı. Bu sebeple mektupların içeriğinden de kitabı almayı düşünen okurlarımıza sürpriz olması için fazla bahsetmeyeceğim. Hepsine keyifli okumalar diliyorum.

Kitap çok yeni olsa da Türkan Şoray sevenlerinden aldığınız tepkileri merak ettim.

Haklısınız, kitap raflarda yerini alalı çok kısa süre oldu. Ulusal basın günlerdir gerek gazetelerinde gerek internet haber sitelerinde geniş yer verdi. Dış basının haber sitelerine dahi servis edildi. Bu olağanüstü ilgi elbette beni mutlu ediyor. Sonra sosyal medya üzerindeki Türkan Şoray sevenleri ve benim okurlarım da kitabı sahiplendiler.

Birbirinden güzel fotoğraflar çekerek sosyal medya hesaplarından paylaşımda bulunuyorlar. #birnesilturkansoraylamektuplasti diye tag açmışlar. Öte yandan ilk defa 35. İstanbul Kitap Fuarı’nda Kanes Yayınları standında satışa sunuldu. Fuara gelen binlerce okurun kitabı gördüklerinde verdikleri tepki gerçekten keyifliydi. Sanırım serinin finali daha çok içime sindi.

Siz “Bir Nesil Türkan Şoray’la Mektuplaştı” için serinin son kitabı diyorsunuz ama sizce Sultan’ı sevenler itiraz etmeyecek mi?

Serinin üç bölümden oluşacağını sürekli dile getiriyordum. Aslında ben roman yazarıyım. Bu proje Türk sinemasının 100. yılına özel olarak yapmak istediğim, Türkan Şoray’a duyduğum sevgiyi ölümsüzleştirmek adına planladığım bir çalışmaydı ve devamı gelmeyecek. Ayrıca yayınlanan üçlemenin fazlasıyla tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Eş zamanlı olarak farklı çalışmalar da yayınlandı zaten.  Bu nedenle onu sonsuza kadar yaşatacak pek çok eser olduğunu biliyorum. Ben de çorbada tuzu bulunan yazarlardan bir tanesi olmak istiyordum ve bu isteğim gerçekleşti. Benden sonra farklı projeler planlayan yazarlar da olacaktır. Çünkü halka mal olmuş bir sanatçının hayatı ne kadar yazılırsa o kadar ölümsüzleşir.

 

Türkan Şoray’ın kitap hakkındaki düşüncelerine değinelim mi?

Konusu ne olursa olsun her sanatçı kendisi hakkında yapılan çalışmalara desteğini esirgemez. Türkan Hanım’da en başından beri projelerimi biliyordu. Ben ilginç ve sevenlerinin beklentileri çerçevesinde projeler geliştirmeye çalıştım. Yazılanları, söylenenleri, bilinenleri kitaplaştırmak tekrar olacağı için çalışmalarımın özgün olmasına gayret ettim. Onun sevgisinden ve samimiyetinden cesaret aldım. Elbette onu mutlu ettiği de kesin. Aksini hiç düşünmedim.

 

Aslında roman yazarı olduğunuzdan bahsettiniz. Biraz da diğer kitaplarınızdan söz edelim. Edebiyata nasıl başladınız ve geleceğe dair planlarınız neler?

Tabii ki. Edebiyata şiirle başladım. Her yazarın zaman zaman yaşadığı gelgitler vardır ve onları en rahat şiirle anlatır. Daha sonra 2012 yılında, beni çocukluğumdan beri çok etkileyen yaşanmış bir hikâyeyi kitaplaştırma fikri  yazın dünyasına daha çok bağladı. Fakat otobiyografi yerine içine kurgu da katarak kahramanımın hikâye içindeki rolünü mesaja dönüştürmeyi planladım. Kurgunun en zor yönü bir erkek yazar olarak kadın karakterimin ağzından yani birinci tekil şahıs anlatı tekniğini kullanmam oldu. Okurlarım tarafından gayet başarılı bulunduğu için sık karşılaştığım sorulara “Yazarken aynaya bakmadım.” diye cevap verdim. Kitap bittikten sonra iki ay kadar adını koyamadım. En sancılı süreçti ve temasını yansıtan hiçbir kelime dizisini yakıştıramadım. Yayıncıma teslim edeceğim gün içsesim “Berrin” olsun dedi. Sadece kahramanın adı yeterliydi. Kitabın en tartışmalı yönü de sonu oldu. Halen mutlaka devam etmeli tarzında yorumlar alıyorum. Belki de bu röportajın altına aynı yorumlar gelir kim bilir? Birkaç kez devam etmesi yönünde girişimim oldu fakat hayat devam ediyordu ve kitabın sonu öyle kalmalıydı. Bu dürtü beni devamını yazmaktan alıkoydu.

Şu sıralar uzun zamandır kurgusunu kafamda tamamladığım ve yazma aşamasına geçtiğim iki bölümden oluşacak yeni romanım üzerinde yoğunlaştım. Bu konuda okurlarımı da fazla beklettiğimi düşünerek suçluluk duyuyorum.  Berrin adlı romanımdan sonra bir de deneme kitabım çıktı. Hayatı sorgulayan yazılarım diyeceğim ama tam olarak öyle sayılmaz. Çünkü her bir deneme aslında roman olacak nitelikte. Hepsinin kafamda kurgusu var. Hepsinden bir roman kesinlikle çıkar ve ileride yazacaklarım için yol haritam diyebilirim.  Bu kitabın adında zorlanmadım. Çünkü insanların ortak paydasından bir melodi çıkar. Bu melodi bazen hüzünlü olur bazen mutluluk verici.  Güftesi yazılmamıştır çünkü. Adı vardır sadece. İkimizin Melodisi.

Bu güzel sohbetin akabinde biraz da havadan sudan konularda dedikodu ettik. Sonuçta ikimizin de dudaklarında bir gülümseme kaldı. Yazarımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık. Sizlere de keyifli okumalar dileriz.

 

 

 

 

ERCAN AKARSU BERRİN'İ ANLATTI BİZE

 SIRADIŞI BİR KADININ HİKÂYESİ

“BERRİN”İN YAZARI ERCAN AKARSU ile RÖPORTAJ!

Röportaj: Kadıköy LIFE DERGİSİ

Ercan Bey, öncelikle kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Ercan Akarsu, 24 yaşında sıradan bir edebiyat tutkunu. Hayatım mücadele içinde geçti, en kötü dönemlerimde en iyi dostum kalemdi. Henüz edebiyat alanında  dolu dolu biyografim olmadığı için, kendimden bahsetmeyi sevmem. Bu soruyu beş yıl sonra cevaplayayım. :)

Yazmaya nasıl karar verdiniz? 

Nazım’ın dediği gibi, “Türkiye’de üç kişiden dördü Şair.”  Ben de onlardan biriyim. Klişe bir cevap vardır, edebiyata adım atan herkes “ta çocukken!” yazmaya başlar.  Bana göre  çocukken edebiyata şiirle başlanır aslında. Çoğumuzun “Anne” diye başlayan şiiri vardır.  Benim de amatörce yazdığım şiirlerim vardı. Yayınevleri şiir kitaplarına sıcak bakmadığı için kendi imkânlarımla 2009 yılında bir şiir kitabı çıkarmıştım.

“Tanıdığım Çok Kimsem Yok” adlı şiir kitabım, kişisel yayıncılık yapan bir yayınevinden çıktı. Yani maliyetini kendim karşıladım.  Doğal olarak da satmadığı için bir süre sonra hepsini elime tutuşturdular.  O dönemde tanıdığım Bennu YILDIRIMLAR, Toygar IŞIKLI ve Saime & Erward TIMMS şiirlerimi çok samimi ve güzel buldular. Süreğen bir arayış içindeydim; çünkü tam kişiliğimin oturması gereken yaşlardaydım. Şiirlerime de bu yansıyordu. Durmadan yazıyordum, durmadan.  Sonra gördüğüm, tanıdığım kişilerden; kişiliklerden, hiçbirisinden “ben” çıkmayacağına, bana yakışmadığına, bedenime yapışmadığına ve eğreti durduğuna karar verdim. Yeni şiir kitabımın adı “Hiçbiri Ben Değilim”  olmalıydı.

O sırada internette dolaşırken KaNeS Yayınlarına rastladım. Kendimi anlattım. Şiirlerimi Saime & Erward Tims, Bennu Hanım ve Toygar Bey’in çok beğendiğini ve yorumladığı söyledim. Şiirlerimi göndermemi, inceleyeceklerini söylediler. Yaklaşık iki hafta sonra olumlu cevap aldım. Dünyalar benim olmuştu.  Bu kitapla KaNeS ailesine girmiştim. Yayın Yönetmeni, editörü dâhil herkes benim adıma seferber olmuştu. Aileden olmuştum.

Gerçek anlamda yazmaya, yayın yönetmenimin ve editörümün desteği ile karar verdim. İçimdekileri şiirle anlatmak yerine nesir yazmamı önerdiler. İstediğim yere gelemediğim için kendimi önemsiz hissettiğim dönemlerdi.

“Önemsiz Biri” böyle başladı. Belki de beni anlatıyordum.  Kahramanımın adı Umut olsa da içime “Umut” kaçmıştı, ya da ben Umut’un içindeydim. Belli değil.

Yazmak sizin için ne ifade ediyor?

Size iğrenç gelecek ama yazmak kusmaya benziyor. Çok yemek yediğiniz zamanki rahatsızlık. Yaşadıklarınız, gördükleriniz, düşündükleriniz, size göre olması gerekenler. Hepsi içinize sığmıyor. Bedeniniz, düşüncelerinize iki numara dar geldiğinde boğuluyorsunuz ve kusmaya başlıyorsunuz. Sonundaki rahatlama çok güzel ama. :)

Eylül sonunda çıkacak olan kitabınızla ilgili bilgi verir misiniz?

Vermem.

(Beklemediğim bir cevaptı. Şaşırdım. Yüzündeki ifadeden şaka olduğunu hissettin. Gülüştük.) Şaka şaka, veririm elbette.

Berrin, iki yıldır üzerinde çalıştığım bir konu. Editörümle saatlerce didiştiğim, yayın yönetmenimi ikna için dil döktüğüm bir konu. Bir kadını anlatmalıydım. Erkek yazar için bir kadının duygularını ifade etmek en zor işti. Ben zoru seviyordum ve zordan başladım.

Berrin, sıradışı bir kadın. Görünen yüzüyse sıradan. Erkeklerden nefret ediyor ama babası yaşında bir adama aşık. Feminen ruhunu baskılıyor.  Çocukluğundan getirdiği tüm yaşanmışlıkları ona negatiflik katmış. Feminizm bizde yanlış algılanmış, “erkek düşmanlığıyla”  eşdeğer tutulmuş bir olgu. Aslında öyle değil. Öyle olsa erkeklerden feminizm savunan olmazdı. Doğru algılamak lazım.  Berrin tam bir feminist değil, konu ne olursa olsun  toplum normlarına aykırı olmayı seviyor. Onu bu hâle ne getirdi, kim ne yaptı, romanda göreceğiz. Finali ise çok düşündüm, öyle olması gerekiyordu.

Kitabı yazarken nasıl bir çalışma planı izlediniz? Nelerden yararlandınız?

Roman yazmanın oldukça uzun süreç gerektirdiğini anladım. Önceleri dürtülerimle hareket ediyor, tema beni nereye götürürse oraya gidiyordum. Berrin geçen yıl yazıldı, sonra çöpe gitti. Kafamdaki Berrin değildi.  Ardından yeniden  kurguladım. Bir yıl boyunca en yakınımdaki kadınlardan başlayıp, uzaktakileri de gözlemleyerek incelemeye başladım. Hayata bakış açılarını, olaylar karşısındaki tepkilerini, neden bu kadar mutsuz olduklarını, aşktan beklentilerini ve pekçok şeyi.

Kafamda “Berrin” karakteri zaten vardı, başına gelecekleri de biliyordum. Esinlendiğim yaşanmış bir olay kurgusu da vardı.  “Berrin”i tüm kadınlardan derlediğim yapıyı birleştirerek oluşturdum. “Berrin’in başıma gelenler, en yakınımdaki kadının başına gelseydi ne yapardı?” diye düşündüm. Ya da en kötü ihtimalle ne yaşardı. Bunlar çok ayrıntılı konular. En çok da kadın karakterini “ben” diliyle yazarken  zorlandım.  Son karar okuyucunun.

Size ilham veren yazarlar var mı? Kimleri severek okuyorsunuz?

Bana ilham veren pekçok yazar var. Kimin adını versem öteki kırılacak. Belki benim varlığımdan bile habersizler. O yüzden kitaplığımdaki  onlara ait kitaplara haksızlık etmemeliyim. Orada duruyorlarsa birisini ötekinden ayırt etmemeliyim.  Severek okuduysam eğer hepsi de değerlidir benim için.

Kitap yazmak ve yayımlamak aşamalarında neler yaşadınız? Okuyucuya ulaşma konusunda neler yapmayı planlıyorsunuz?

KaNeS Yayınlarıyla tanışıncaya kadar katettiğim yolun yüzde onuydu. O bölümü zaten anlattım. Öteki yarısı da kendiliğinden gelişti. İyi bir  eserin yerde kalmayacağına inanıyorum. Tanışma fırsatını bulduğum, kitabın taslağını okuyan pek çok  değerli  sanatçının yorumunu aldım ve Yayınevime verdim.   Bunların pek çoğunun  tanınmış yazar oluşu, beni inanılmaz mutlu etti. Bir de çocukluğumdan beri hayranı olduğum Türkan ŞORAY’ın yorumu var ki, ilk defa bir kitaba yorum yapıyor oluşu da beni duygulandırdı.  Ayrıca 2 tanıtım videosu çekildi.  Yayınevimin yapacağı tanıtımların yeterli geleceğini düşünüyorum. Gerisi okuyucularımın birbirine tavsiyesi olacaktır.

Ayrıca  Kadıköy Life Dergsi’nin de  kitabıma katkısı olacağını düşünüyorum. Sizlere de teşekkür ederim. 

Kadıköy'ün sizin için anlamı nedir?

Kadıköy’ü çok seviyorum. İstanbul’un yaşanılası bir ilçesi. Kültür yapısı, tarihi dokusu, her şeyi ile içime sindirdiğim güzellikte. Aradığım her şeyi bulduğum için dışına çıkmam gerekmiyor.

Kitabınızı e-kitap olarak yayımlamayı düşünüyor musunuz? Bu fikre nasıl bakıyorsunuz?

Ağaçlarımızın yok olmasına ve kağıt israfına; daha doğrusu israfın her türüne karşı olan bir yapım var. Bolluktan değil, yokluktan geldim. Teknolojiyi de seviyorum. Okuyucuya daha az maliyetle ulaşabilen projelere hayır demek  mantıksızlık olur. Ki dijital evrim yaşıyoruz, her şey internette ve insanlara kendini ifade etmek isteyen tüm yazarlar sosyal paylaşım sitelerinde.  Yazar olmak biraz da çok okunmayı istemekten başka beklentisi olmamak demek biraz da.

Ayrıca KaNeS Yayınları’nın da e-kitap anlaşmaları olan seçkin ve güvenilir firmalar var. Bu yüzden  yayınevimin uygun göreceği her türlü girişimde varım.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Bana ilham veren pekçok yazar var. Kimin adını versem öteki kırılacak. Belki benim varlığımdan bile habersizler. O yüzden kitaplığımdaki  onlara ait kitaplara haksızlık etmemeliyim. Orada duruyorlarsa birisini ötekinden ayırt etmemeliyim.  Severek okuduysam eğer hepsi de değerlidir benim için.

2012 / İSTANBUL

7 Şubat 2021 Pazar

Ercan Akarsu Hakkında

 Ercan Akarsu Hakkında

1989 Adapazarı doğumludur. Küçük yaşlarında şiir ve edebiyata olan merakı, bir şekilde tanışma fırsatı bulduğu “Romantik Komünist”in Kraliyet ödüllü yazarları Saime Göksu & Edward Timms’e şiirlerini ve yazılarını gösterdiğinde, aldığı yorumlar daha ciddi olarak yazın hayatına girmesine sebep oldu. Sakarya Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra yerel bir gazetede çalışmaya başlayarak kültür sanata olan ilgisinden dolayı yerli- yabancı sayısız ünlü ile röportajlar yaptı.

2012’de kaleme aldığı “Berrin” isimli psikolojik romanıyla büyük bir kitlenin beğenisini kazanarak, yazın hayatına devam eden yazarın  “İkimizin Melodisi” adlı ilk deneme çalışması, birçok ülkenin katıldığı 2016 senesinde Azerbaycan Book Trailer Festivali’nde Elçin Quliyev yönetmenliğinde birincilik aldı. 

Yayımlanan romanlarının yanı sıra Türk sinemasının taçsız kraliçesi Türkan Şoray adına büyük bir arşivi günyüzüne çıkartarak, Türk edebiyatında az rastlanan bir projeye; zincir eserlere, kitaplar dizisine imzasını bırakıp ulusal basında büyük yankı uyandırırken birçok gazete ve magazin dergisinin övgülerini toplamayı başardı.

Ercan Akarsu psikolojik roman türündeki yeni dosyaları üzerinde, çalışmalarına devam etmektedir.


-Kitap Görselleri-
















-Basın Görselleri-



Ercan Akarsu Akşam Gazetesi'ne Konuştu

  Ercan Akarsu: “Yalnızlık, insanın kendisini gerçekleştirmesi ve özgürleştirmesidir.” Çok sayıda kitap yazdı, hikâye anlattı, yerli yaban...