Öncelikle merhabalar Ercan Bey.
Son günlerde Ulusal Basının
gündemine çok sık giren “Bir Nesil Türkan Soray’la Mektuplaştı” adlı kitabınız
hakkında konuşma talebimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Anladığımız
kadarıyla bu üçleme bir kitap. Bu fikrin gelişme noktasından başlayalım mı?
Edebiyatımızda zincir eserlere rastlamak pek mümkün olmuyor. Olsa da sayıları az. “Bir Nesil Türkan Şoray’la Mektuplaştı” benim dokuzuncu aynı zamanda “Sultan Serisi” diyebileceğim üçlemenin son kitabı. İlk kitapta Türkan Hanım’ın kapak olduğu dergi görsellerine ve kendisiyle yapmış olduğum röportaja yer vermiştim. İkinci kitapta ise eskiden sinema girişlerinde dağıtılan ve adına “lobi kartı” denilen; filmlerin can alıcı sahnelerini içeren dikdörtgen şeklindeki kartları derleyerek tek bir kitapta topladım. Beraberinde de Türkan Şoray’la başrol oynamış aktörlere –ulaşabildiğim kadarıyla- ulaşarak Şoray’ı sordum ve anılarını benimle paylaşmalarını istedim. Sağ olsunlar beni kırmayıp projeme destek oldular. Şu an elinizde bulunan son kitap benim için en önemlisiydi. Senede 12–14 film çeken bir sanatçının o yoğunlukta bile hiç aksatmadan sevenleriyle ilgilenmesi ve geciktiği takdirde onlara özürler dileyen satırlar yazması beni çok etkiledi. Sizce de bu olay kitaplaşmaz mıydı?
Haberlerde dikkatimizi çeken en
önemli konu Türkan Şoray’a gelen mektup sayısıydı. İstanbul Boğaz Köprüsü uzunluğunun tam 8
misline eşit olduğunu okuyunca şaşırdık. Tabi ki hepsine yer vermeniz imkânsız
olduğundan içlerinden en ilginç olanları seçmeniz olası. Mektupların genelini
düşündüğünüzde sevenleri en çok hangi konularda Türkan Şoray’la iletişime geçmiş?
Türkan
Şoray o günlerde bir nevi “Güzin Ablalık”
yapmış sanki. Çünkü sevenlerinin gözünde hem ulaşılmayacak kadar uzakta hem de yanı
başlarında, ailelerinin içinde; bir abla, anne, dost, arkadaş ve herkesin
sevgilisi… Dolayısıyla kendisine gelen mektupların konuları farklı olsa da cümlelerden
sevgi fışkırıyor. Binlerce insanın şefkatli bir yüreğe sığınma ihtiyacı varmış
gibi hissediyorsunuz. Hep bizden, içimizden biri olması kendisini yaşarken
efsaneleştirdi. Hâliyle insanlar da bu kadar yakın bulduğu bir sanatçıya
karşılıksız sevgi ve güven besledi, her istediğini satırlara dökebileceği
mektuplar yazdı. Türkan Şoray kimi mektuplar için gözyaşı dökerken kimileri
için mutluluktan uçuyordu. Gerçi duyguların her türlüsü için seviniyordu çünkü
bu kendisine göre sevenleriyle kurduğu en iyi köprü, en çözülmesi zor güçlü bir
bağdı. Bu sebeple mektupların içeriğinden de kitabı almayı düşünen okurlarımıza
sürpriz olması için fazla bahsetmeyeceğim. Hepsine keyifli okumalar diliyorum.
Kitap çok yeni olsa da Türkan Şoray
sevenlerinden aldığınız tepkileri merak ettim.
Haklısınız,
kitap raflarda yerini alalı çok kısa süre oldu. Ulusal basın günlerdir gerek
gazetelerinde gerek internet haber sitelerinde geniş yer verdi. Dış basının
haber sitelerine dahi servis edildi. Bu olağanüstü ilgi elbette beni mutlu
ediyor. Sonra sosyal medya üzerindeki Türkan Şoray sevenleri ve benim okurlarım
da kitabı sahiplendiler.
Birbirinden
güzel fotoğraflar çekerek sosyal medya hesaplarından paylaşımda bulunuyorlar. #birnesilturkansoraylamektuplasti diye tag
açmışlar. Öte yandan ilk defa 35. İstanbul Kitap Fuarı’nda Kanes Yayınları
standında satışa sunuldu. Fuara gelen binlerce okurun kitabı gördüklerinde
verdikleri tepki gerçekten keyifliydi. Sanırım serinin finali daha çok içime
sindi.
Siz “Bir Nesil Türkan Şoray’la
Mektuplaştı” için serinin son kitabı diyorsunuz ama sizce Sultan’ı sevenler
itiraz etmeyecek mi?
Serinin
üç bölümden oluşacağını sürekli dile getiriyordum. Aslında ben roman yazarıyım.
Bu proje Türk sinemasının 100. yılına özel olarak yapmak istediğim, Türkan
Şoray’a duyduğum sevgiyi ölümsüzleştirmek adına planladığım bir çalışmaydı ve
devamı gelmeyecek. Ayrıca yayınlanan üçlemenin fazlasıyla tatmin edici olduğunu
düşünüyorum. Eş zamanlı olarak farklı çalışmalar da yayınlandı zaten. Bu nedenle onu sonsuza kadar yaşatacak pek çok
eser olduğunu biliyorum. Ben de çorbada tuzu bulunan yazarlardan bir tanesi olmak
istiyordum ve bu isteğim gerçekleşti. Benden sonra farklı projeler planlayan
yazarlar da olacaktır. Çünkü halka mal olmuş bir sanatçının hayatı ne kadar
yazılırsa o kadar ölümsüzleşir.
Türkan Şoray’ın kitap hakkındaki
düşüncelerine değinelim mi?
Konusu
ne olursa olsun her sanatçı kendisi hakkında yapılan çalışmalara desteğini
esirgemez. Türkan Hanım’da en başından beri projelerimi biliyordu. Ben ilginç
ve sevenlerinin beklentileri çerçevesinde projeler geliştirmeye çalıştım.
Yazılanları, söylenenleri, bilinenleri kitaplaştırmak tekrar olacağı için
çalışmalarımın özgün olmasına gayret ettim. Onun sevgisinden ve samimiyetinden
cesaret aldım. Elbette onu mutlu ettiği de kesin. Aksini hiç düşünmedim.
Aslında roman yazarı olduğunuzdan
bahsettiniz. Biraz da diğer kitaplarınızdan söz edelim. Edebiyata nasıl
başladınız ve geleceğe dair planlarınız neler?
Tabii
ki. Edebiyata şiirle başladım. Her yazarın zaman zaman yaşadığı gelgitler
vardır ve onları en rahat şiirle anlatır. Daha sonra 2012 yılında, beni
çocukluğumdan beri çok etkileyen yaşanmış bir hikâyeyi kitaplaştırma fikri yazın dünyasına daha çok bağladı. Fakat
otobiyografi yerine içine kurgu da katarak kahramanımın hikâye içindeki rolünü
mesaja dönüştürmeyi planladım. Kurgunun en zor yönü bir erkek yazar olarak kadın
karakterimin ağzından yani birinci tekil şahıs anlatı tekniğini kullanmam oldu.
Okurlarım tarafından gayet başarılı bulunduğu için sık karşılaştığım sorulara
“Yazarken aynaya bakmadım.” diye cevap verdim. Kitap bittikten sonra iki ay kadar
adını koyamadım. En sancılı süreçti ve temasını yansıtan hiçbir kelime dizisini
yakıştıramadım. Yayıncıma teslim edeceğim gün içsesim “Berrin” olsun dedi.
Sadece kahramanın adı yeterliydi. Kitabın en tartışmalı yönü de sonu oldu.
Halen mutlaka devam etmeli tarzında yorumlar alıyorum. Belki de bu röportajın
altına aynı yorumlar gelir kim bilir? Birkaç kez devam etmesi yönünde girişimim
oldu fakat hayat devam ediyordu ve kitabın sonu öyle kalmalıydı. Bu dürtü beni
devamını yazmaktan alıkoydu.
Şu
sıralar uzun zamandır kurgusunu kafamda tamamladığım ve yazma aşamasına
geçtiğim iki bölümden oluşacak yeni romanım üzerinde yoğunlaştım. Bu konuda
okurlarımı da fazla beklettiğimi düşünerek suçluluk duyuyorum. Berrin adlı romanımdan sonra bir de deneme
kitabım çıktı. Hayatı sorgulayan yazılarım diyeceğim ama tam olarak öyle
sayılmaz. Çünkü her bir deneme aslında roman olacak nitelikte. Hepsinin kafamda
kurgusu var. Hepsinden bir roman kesinlikle çıkar ve ileride yazacaklarım için
yol haritam diyebilirim. Bu kitabın
adında zorlanmadım. Çünkü insanların ortak paydasından bir melodi çıkar. Bu
melodi bazen hüzünlü olur bazen mutluluk verici. Güftesi yazılmamıştır çünkü. Adı vardır
sadece. İkimizin Melodisi.
Bu güzel sohbetin akabinde biraz da
havadan sudan konularda dedikodu ettik. Sonuçta ikimizin de dudaklarında bir
gülümseme kaldı. Yazarımıza teşekkür ederek yanından ayrıldık. Sizlere de
keyifli okumalar dileriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder