Ercan Akarsu: “Yalnızlık, insanın kendisini gerçekleştirmesi ve özgürleştirmesidir.”
Çok sayıda kitap yazdı, hikâye anlattı, yerli yabancı sanatçıyla röportajlar yaptı, yazdıkları uluslararası düzenlenen çeşitli festivallerde birincilikler aldı. Ayrıca büyük yankı yapan 3 bölümlük “Sultan Serisi”ni hazırladı. İlk psikolojik romanı olan “Berrin”den sonra “Bir Yalnızlık Meselesi” eserini yazdı. Yazarın Lukka Kitap etiketiyle yayımlanan yeni romanının teması; sevmenin günah olduğu bir dünyada, yalnızlığına sığınan bir adamın, tek bir ruhla baş edemeyen insanları sorgulamasını konu alıyor. Toplum baskılarının hüküm sürdüğü bir ortamda, kalbi kabul edilemeyen bir aşka tutulan Tuna’nın ortak hisleri paylaştığı milyonlarca kader arkadaşına iç döküşüyle başlıyor hikâye…
·
“Bir Yalnızlık Meselesi” ismini verdiğiniz yeni romanınızı
kurguladınız mı yoksa yaşanmış olaylardan esinlenerek mi kaleme aldınız?
Aslında her şey Alfred De
Musset’ın bir cümlesiyle başladı: “Dünyadaki
tek gerçek, mantığa sığmayan aşktır.” Kendi dilimdeki tercümesi de “Sevmenin
günah olduğu bir dünya bu!” Çoğu zaman kalp, aklımızın esiri olur ve bizi neye
çevireceğini bilmeksizin aşkı öylesine ararız. Sonra kalbine söz geçiremeyen
LGBT bireylerini düşündüm. Elime geçen her veriyi okudum. Araştırdım. Bağlantılı
birçok yapıtı inceledim. Bir ilk paragraf yazmak için haftalarca doğru zamanı
bekledim. İnanın bana tam bir kalp ağrısıydı. Bu temanın çatısını oluşturacak
çalışmalarım sadece 1,5 yıl sürdü. Ortalama 3 yılda kitabımı tamamlayabildim.
Evet yaşanmış bir hikâye vardı. Esinlendiğim insanlar oldu. Yaşanmışlığın
kapısını aralayarak içeri girdim. Hayli yol aldım. Sona yaklaşırken ben kendi
yolumu değiştirdim ve finali olasılıklar çerçevesinde kurguladım. Çünkü öyle
bitmesi gerekiyordu. Neye göre, kime göre dediklerini duyuyor gibiyim ama
birçok ödül almış filmler de finalleri sayesinde hafızalara kazınmıyor mu?
·
Sizce çocukların cinsel tacize uğramalarının erişkin yaşta
ne gibi etkileri olur?
Basit gibi duran çok zor bir soru.
Sussam, daha çok yanıt vermiş olacağım. Ama susulacak bir konu değil. Ancak
şöyle toparlayabilirim. Bana göre, bütün inançlar ve beraberinde getirdiği
çözülemez sıkıntılar birer coğrafya ve nerede ve hangi toplumun içerisinde
yaşadığımızla ilgili. Beyni bacak arasında olduğuna inandırılarak büyütülen her
erkek çocuğu, kendini keşfedinceye kadar kişilik çatışmasıyla baş başa kalıyor ve
içinde yuvarlandığı bu müşkül durumdan kimseye bahsedemiyor. Çünkü toplumumuzda
“psikoloji” hâlâ yeterince olması gerektiği noktada değil. Herhangi birine
“Senin psikolojin bozulmuş,” demek bu topraklarda küfürle eş değer anlamda.
Kendine sınırlar çizen ve araştırıp öğrenmeyen bir ailede yetişen çocuklar da
anne babalarını taklit eder ve tüm sorunlarını kendi kendilerine halletmeye çalışırlar.
Bilirler ki hislerini paylaşsalar anlaşılmayacaklar ve alay edilecekler.
Dolayısıyla “susmak” ellerindeki tek yöntem. Anne, babaların çocuklarını
karşılarına alıp düzenli olarak sohbet etmeleri gerekiyor. Aslında bir anlamda
terapi… Eğitim düzeyi de her şeye dahil. Bunlarla beraber tacize uğrayan
çocukların da akıllarınca seçtikleri yol, susmak ve içine atmaktır. Cinselliği
anlamaya çalıştıkları yaşlarda, binlerce soru işaretiyle gözlerini yumarak
geceye dalıyorlar.
·
Cinsel konuların, toplumda konuşulmasının hâlâ bir tabu
olmasına inanıyor musunuz?
Şöyle ki, konu ne olursa olsun belli sınırlar içerisinde
konuşulmalı ve beyin fırtınası yapılmalıdır. Fakat kimsenin mahremine yanlış
yerden değerek değil, tıpkı bir matematik problemi gibi diyebiliriz. Herkesin
yalnızca sonuca ulaşmak gibi tek bir hedefi olmalı. Bunu başardığımız gün
“cinsellik” gayet sıradan bir sohbet konusu olacaktır. Zaten dünya bunun
üzerine kurulu değil mi? Neden bu kadar çok utanılıyor veya geçiştiriliyor
anlamak zor. Dünyaya geliş sebebimizi, hamurumuzun mayasını oluşturan her şeyi
rahatça tartışılmalıdır.
·
Bu roman yazılırken oto sansür uygulandı mı?
İçerikte hayır, kapakta evet. +18 logosuna yer verdik. Bu
da yasalar gereği olduğu için: Ya bir kategoriye dahil olacak “erotik roman”
gibi ya da bir yaş sınıflandırmasıyla çizgisini belli edecek.
·
Bu konuyu yükselen bir trend olduğu için mi seçtiniz?
Asla! Bizim Edebiyatımızda bu konu çok az işlenmiştir
Tuhaf gelebilir ama bunu bir insanlık vazifesi olarak gördüm ve hayata
geçirmeseydim sanırım hep bir pişmanlığı yaşayacaktım. Ülkemizde Eşcinsellere
çok katı bir yaklaşım var. Sanki yaşadıklarını, hislerini kendileri seçmiş
gibi! Siz gidip de “Biraz da erkek olayım, kadın olmaktan fenalık geldi.”
diyebiliyor musunuz?
·
Ana karakteriniz olan Tuna’nın dinle arasında sürekli bir
gel git halleri var. Bir mesaj mı vermek istediniz?
Mesajları ben değil Tuna veriyor. Tuna’nın savunuşu o yöndeydi.
Herkesin fikrine saygı duymak gerekliydi. Duyulmasını istediğim için de sansürlemedim.
·
Romanda “cesur sahneler” diyebileceğimiz kısımlar var.
Okurun hayal dünyasına bırakmayı neden düşünmediniz?
Çünkü okur, Tuna’nın hayal dünyasını bilmiyordu. Romanı
okumayı bitirdikten sonra “Peki ya şimdi ne olacak?” sorusu üzerine Tuna ve
gibileri üzerine hayal kurmak istedim. Önemli olan da buydu.
·
Türkiye’de cinsellik, edebiyata nasıl yansıyor?
Birbirinin taklidi flört
meseleleriyle daha çok… Dallas tarzında kaleme alınmış hikayelerle… İki güzel
kadının, tek bir yakışıklı erkekle aynı evin içinde yaşatılıp birbirilerine
rakip ettirmeleriyle… Arzularının, ihtiraslarının etrafında kinle ve kıskançlıkla
döndürülen, öpüşmeyi zafer olarak algılatan karakterlerin öyküleriyle… Ya da
işte son dönemde popüler kültürün kurbanı olan genç kalemlerin, sapkın erkek
tiplemeleriyle süsledikleri hayallerini özendirme girişimleri. Cinsellik bu
değil! Düşüncelerini kafesin içine tepmiş, “kim ne der?” endişesiyle yolunda
ilerlemeye çalışan kalemlerden cinselliği işleyecekleri kitapları beklemek de
tuhaf bir beklenti olacaktır. Düşünür, özgür olmalı; kaygılanmadan yazabilmeli.
Birilerine bir hikâye anlatıyorsunuz ve dinledikten sonra yaptıkları tek şey
olayı anlatanla bütünleştirmek oluyor. Sonra ben de tabii şu tezimi savunuyorum
hemen: “Yengesine âşık olarak, amcasını sırtından vuran karakteri yazmak
isteyen yazar da demek ki yengesine âşık oldu. Kimselere diyemediği için de
kaleme almakla yetiniyor(!)” Toplumumuzda hayal gücüne inanmak yerine “kesin
böyle olmuştur, yoksa nereden yazacak” fikri dillerin ucunda hazır bekliyor. Bu
sebeple aklının ışığını söndürmeyi tercih edenlerden oto sansürlü hikayeler
okuyoruz hepimiz.
Ayşe Kulin de önceki kitaplarında böyle bir konuyu işlemişti. Siz o romanı nasıl buldunuz?
Ayşe Hanım yüz binlerce okurun benimsediği bir kalem olmasına rağmen seçtiği konuyu
“işleyemediği” gerekçesiyle homofobik ilan edildi ve eseri kıyıma uğradı. En azından
böyle yankılandığını biliyoruz. Elbette güçlü bir kalem fakat ben de o kitabı yarım
bırakanlardan oldum. Çünkü aynı konuyu işleyen dünya yazarlarının eserleri yanında
biraz eğreti kaldı.
Sizce yalnızlıkla cinsel tercih arasında bir bağlantı var mı?
Yalnız kalmak bir seçimdir. Tıpkı bir öğün olan cinsellik gibi. Ya istersin ya da istemezsin. Bütün mesele cinselliği nasıl yorumladığındır.
·
Tanıdığımız birçok meşhur sanatçılar
kıramadıkları ya da aşamadıkları tabular nedeniyle cinsel tercihlerinin etkisiyle
hep yalnızlığı seçtiler. Sizce yalnızlık, insanın kaderi mi olmalı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder